11 Ekim 2011 Salı

herşeyin hayırlısı

Bazı olaylar vardır hani gerçeklessin diye dualar ettiğimiz, heyecanlandığımız hatta bazen uyuyamadığımız...
Her zaman gerçek olmayan iteklerimiz ve onunla ilgili yıkılan hayallerimiz. Mesela birini severiz ve belkide o insanla evlenmek isteriz ama bir an gelirki herşey değişir ve kader bizi ayırır. Hayat biti diye düşünüruzunh bunalımlara gireriz.Ondan başkası yoktur çünkü bizim için.Hele acımız çok tazeyken bunun farkına varamayız.Hayatı daha da üzücü hale getiririz.Slov müzikler acılar... Düzelmek için çaba sarfetmezsen bu acımız çok uzun sürer.Yaramızı sarmaya çalışıp yeniden hayata dönemeyi istemezsek...Evet çok kötü bir duruminsanın sevdiğine kavuşaması ama hiç düşünmeyiz o kişi bizim için hayırlı biri mi diye? Halbuki en başta hayırlısı olsun diye dua etmeli ve ona göre tevekkül etmeliyiz.Zaman bize zaten en güzel şekilde hediyesini verecektir.Belkide aylarca arkasından gözyaşı döktüğümüz kişinin buna hiç değmemiş olacığını görecek ve de bizi daha iyi anlayan sevgimize saygımıza layık dört dörtlük aşkı çıkartacak karşımıza.Her zaman düşünmeliyiz her şerde bir hayır var diye.Zaten hayat bunu bize en güzel şekilde örnekliyor.
Bir örneğimizde üniversite kazanamayıp da bunalıma girenler için olsun.Belki kazansak en azından o yıl için bize hayırlı değildir.Gittiğimiz yerde hiçmutlu olamayacağız yada ordaki arkadaşlarımızın ailemizin yanında daha mutlu olacağız bambaşka güzel kapılar açılacak.
Olmayanların arkasından yas tutmak yerine dualarımızn gerçek olacağına inanarak bizim için en güzelini bizden daha iyi bilen Allah'a dua ederek O ndan isteyerek geçirsek.O zaman gözyaşımız doğru şeyler olacak diye akar duaya karışarak...

7 Ekim 2011 Cuma

hayat mı boş biz mi onu anlamıyoruz

"Aman bu hayat ne kadar boş ve sıkıcı " deriz hep işimize gelmediğinde.
Acaba gerçekten böyle mi yoksa biz mi hayatı boşluyoruz.Onu anlamak kendimiz için eğlenceli hale getirmek zamanımızı değerlendirmek bizim elimizde değil mi. Halbuki biz hep başkalarını öne süreriz bahane gösteririz.Biz başlasak kendimiz için hayatı anlamlandırmaya. Boşluklardan sıyrılıp biraz dünyaya geliş amacımıza baksak, araştırsak, öğrensek gereken her şeyi işte o zaman boş zaman kalmadığı gibi yetmez saatler bize. Günümüze sabah namazıyla başlasak, dualarla taçlandırsak gönlümüzün sultanını, ailemize sevdiklerimize işe giderken yolda karşılaştıklarımıza gülümseyip selam versek daha güzel olmaz mı? Hem bizim içimiz huzur ve mutlulukla dolar hem başkalarını mutlu ederiz belki de.Mutluyken canı sıkılan da olmaz sanırım. Boş vakitlerimizde tv. izlemek yerine kafamızda canlandırabileceğimiz nefis bir roman okusak, internetten araştırsak yada eskiye dönüp ansiklopedilerden, kafamızı dağıtsak eski dost muhabbetleriyle...Hayat daha anlamlı olmaz mı dolu dolu yaşasak, yaşatsak. Hem boş vakit kalmaz canımızı sıkacak hemde çevremizdekilerin. Biraz gayret biraz istek ve bol bol sevgi bu yaşamı bize anlamlı kılan.
Neyi nerde ne kadar ve nasıl kullanacağımıza biz karar veririz. Çünkü bizi ne mutlu eder en iyi kendimiz biliriz...

6 Ekim 2011 Perşembe

hasta olmak

İnsan sağlığın kıymetini hastalanınca anlıyor derler ya, kesinlikle doğru.
İnsanın sağlıklıyken içtiği su, yediği yemek ve uykusu bile bir başka tatlı. Hasta olmadan önce de bilmeliyiz bazı şeylerin kıymetini.Bazı hastalıklar bizim elimizde değil ama elimizde olan önleyebileceğimiz hastalıklar için korunmalıyız. Dikkat etmeliyiz sağlığımıza.Nasıl çocuğumuzun yada sevdiklerimizin zarar görmesini istemiyorsak kendi bedenimizede özen göstermeliyiz.
Özellikle sonbahar ve kışın başımızadn gitmeyen grip, soğuk algınlığı.zellikle bu sonbahar bizi çok aldatıyor adeta hasta etmek için fırsat kolluyor.Bol bol bitki çayları içerek ve beslenmemize dikkat ederek önlemimiz almalıyız. Özellikle soğuk su ve artık dondurmayıda bırakmalıyız. Sağlıklı olmayınca yakınlarımızada faydamız olmaz. Hayattan zevk alamayız. Allahın bize en güzel lütfu sağlık. Buna özen gösterelim bve kaybetmeyelim...

5 Ekim 2011 Çarşamba

yorgunluk

Ah bu yorgunluk olmasa hayatımızda nasıl olurdu acaba?
Öğrenciler için okul , çalışanlar için iş, evde kalanlara ev işi, hele bide çocuğu olanların...
İnsan bazen "yeter" diye bir çığlık atıp herşeyden kaçmak istiyor.Bedenimizde ruhumuzunda dinlemeye o kadar çok ihtiyacı var ki. Zaten hayatımızın çoğunu saçmalıklara ayırdığımız için ruhmuz da fazlasıyla yoruluyor.Bazen tatlı bir dost sesi, bazen eşimizle dertleşmemiz bazen de çocuğumuzun bize attığı gülücükler unutturur yorgunluğumuzu. hele bir de gün boyunca görüşmediyseniz onunla eve adım attığınızda tatlı heyecanıyla karşılar kucağınıza aldığınızda çekip gider yorgunluğunuz sizden...
Mutluluğun, huzurun nerden hangi kapıdan size geleceğini bilemezsiniz ama tahmin edebilirsiniz. Hayatın bizi yorup en azından değmeyen işler için yormasına izin vermemeliyiz. Yorgunluğumuz kandimiz için, ailemiz için ve en yakın dostlarımız için olmalı.Çünkü bunun ödülü bize mutluluğumuz olacaktır.Bizim yanımızda maddi ve manevi destekçilerimiz için bizde elimizden geleni yapmalıyız.Huzurlu olursa gönlümüz günün sonunda bizde mutluyuz demektir.Ve yorgunluğun en güzel ilacı huzurdur...

güzel bir hikaye


Vaktiyle bir bilge hoca, yıllarca yanında yetiştirdiği öğrencisinin seviyesini öğrenmek ister. Onun eline çok parlak ve gizemli görüntüye sahip iri bir nesne verip; “Oğlum, bunu al önüne gelen esnafa göster, kaç para verdiklerini sor, en sonunda kuyumcuya göster. Hiç kimseye satmadan sadece fiyatlarını ve ne dediklerini öğren, gel bana bildir” der.

Öğrenci elindeki nesne ile çevresindeki esnafı gezmeye başlar. İlk önce bir bakkal dükkanına girer ve; “Şunu kaça alırsınız?” diye sorar. Bakkal parlak bir boncuğa benzettiği nesneyi eline alır evirir, çevirir sonra; “Buna bir tek lira veririm, bizim çocuk oynasın” der. İkinci olarak bir manifaturacıya gider. O da parlak bir taşa benzettiği nesneye ancak bir beş lira vermeye razı olur. Üçüncüsünde bir semerciye gider, semerci nesneye şöyle bir bakar, “Bu benim semerlere iyi süs olur. Bundan kaş dediğimiz süslerden yaparım. Buna bir on lira veririm” der.

En son olarak bir kuyumcuya gider. Kuyumcu öğrencinin elindekini görünce yerinden fırlar; “Bu kadar değerli bir pırlantayı, mücevheri nereden buldun?” diye hayretle bağırır ve hemen ilave eder; “Buna kaç lira istiyorsun?” Öğrenci sorar; “Siz ne veriyorsunuz?” Kuyumcu; “Ne istiyorsan veririm” Öğrenci; “Hayır veremem” diye taşı almak için uzanınca kuyumcu yalvarmaya başlar; “Ne olur bunu bana satın. Dükkanımı, evimi, hatta arsalarımı vereyim.” Öğrenci emanet olduğunu, satmaya yetkili olmadığını, ancak fiyat öğrenmesini istediklerini anlatıncaya kadar bir hayli dil döker. Mücevheri alıp kuyumcudan çıkan öğrencinin kafası karma karışıktır.

Böylesi karışık düşünceler içinde geriye dönmeye başlar. Bir tarafta elindeki nesneye yüzünü buruşturarak bir lira verip onu oyuncak olarak görenler, diğer tarafta da mücevher diye isimlendirip buna sahip olmak için her şeyini vermeye hazır olan ve hatta yalvaran kişiler.

Bilge hocasının yanına dönen öğrenci, büyük bir şaşkınlık içinde başından geçen macerasını anlatır. Bilge sorar; “Bu karşılaştığın durumları izah edebilir misin?” Öğrenci; “Çok şaşkınım efendim, ne diyeceğimi bilemiyorum, kafam karma karışık” diye cevap verir. Bilge hoca çok kısa bir cevap verir:

Bir şeyin kıymetini ancak onun değerini bilen anlar ve onun değeri bilenin yanında kıymetlidir. Her insanın hayatında varlığını ve değerini bilen, hisseden, fark eden kuyumcular mutlaka vardır. Mesele kuyumcuyu bulmaktadır…
-alıntı-