27 Kasım 2010 Cumartesi

deneme

dvgfdgv

26 Kasım 2010 Cuma

Ey insan!


Bak sana soğuk kışın ardından bahar gönderildi. Hâlâ Rabbin hakkındaki zannını değiştirmeyecek misin? Seni memnun etmek için dünyanın çehresi değiştirildi. Kupkuru ve kapkara topraktan yemyeşil filizler devşirildi. Neden hâlâ kalbindeki sevgi yeşermiyor? Neden hâlâ içinde ekilmiş tohumları sulamıyor ve Rabbine cevap vermiyorsun?
 Senin için yeşile renk katıldı, rengarenk güzelliklerle donatıldı sofran. Hâlâ kayıtsız mı kalacaksın? Bak, çiçekler kelebeklerle ve binbir türlü böceklerle şenlendi. Ötüşleriyle O’nu zikredenler aracılığıyla kulağına nice mânâlar yollandı. Bunlar da mı sana ilham vermiyor? Senin için çiçeklere nice parfümler döküldü. Dalıp gittiğin koyu gafletten çıkasın diye gözlerine batırırcasına yerden nice renkler bitirildi. Ama sen hâlâ bilbordlardan gözlerini alamıyorsun.

24 Kasım 2010 Çarşamba

Hikaye Tomurcukları - MİSAFİR

Misafir
Arabam bir kaç defa tekledikten sonra istop etmiş ve beni bilmediğim bu yerlerde yüzüstü bırakmıştı. Aniden yağmaya başlayan kar ön camı tamamen örttüğü için dışarısını ancak yan camlardan görebiliyordum.
İçimden:
— Ocak ayında seyahata çıkmak senin neyine gerek?diyordum. Havalar birkaç gün iyi gitti diye, yaz mı geldi zannettin?
Evet, bir hata yaptığımı kabul etmeliydim. Üstelik anayoldaki trafiğin yoğunluğundan kaçmak için bu bozuk yola girmiş ve sonunda dağ başında kalakalmıştım.
Soğuktan ayaklarımın uyuştuğunu hissediyor ve birbirine vuran dişlerimin takırtısını duyuyordum.
Mutlaka bir yerlere sığınmam gerektiğini anlamıştım.
Hemen arabadan dışarı çıkarak çevreme göz gezdirdim. Tîpi hâlinde yağan kardan gözlerimi zorlukla açabilmeme rağmen, ilerideki ağaçların arasında üç-dört evin bulunduğunu farkediyordum. Rahat bir nefes aldım ve arabayı kitleyerek en yakındakine doğru ilerlemeye başladım.
Yavaşça çaldığım kapıyı açan kız çocuğu, yüzüme şaşkın şaşkın baktıktan sonra:
— Baba!., diye bağırdı. Bir amca geldi. Kalınca bir erkek sesi:
— Buyursun, diye cevap verdi. Girsin içeri.
Sessizce süzülerek kapıyı kapattım. Genişçe bir holdü burası. İçerdekiler, sobaya oldukça yakın duran bir yataktaki ihtiyar kadının etrafında toplanmışlardı.
Beklenmeyen bir misafir olduğum için, durumumu açıklamak ihtiyacını duymuştum. Onlara, buralara ilk defa geldiğimi ve arabamın bozulduğunu söyleyecektim.
Selâm verdikten sonra:
— Uzaklardan geliyorum, dedim. Arabam da... Sözümü henüz tamamlamamıştım ki, yataktaki kadın binbir güçlükle doğrularak;
— Sensin, dedi. Sensin değil mi? Biliyordum geleceğini, çok iyi biliyordum.
Kadının söylediklerinden hiçbir şey anlamamış ve şaşırıp kalmıştım. Başucundaki adamlardan biri yanıma sokularak:
— Seni, Almanyadaki oğluna benzetmiş olmalı, dedi. Orada bir Alman kadınla evlendikten sonra, yıllardır mektup bile yazmadı. Kadıncağız, şu son anlarında bile onu sayıklıyor.
Bulunduğum yerden yatağa doğru ilerlerken, ihtiyar kadın:
— Evet sensin, diye tekrarlıyordu. Nihayet geldin demek.
Yanına giderek elini Öptüm. Yemenisinin içindeki nurlu yüzü, perde indiği belli olan gözlerinden akan yaşlarla ıslanmış ve pırıl pırıl olmuştu.
Titreyen ellerini yüzümde dolaştırırken:
— Evet, dedim, benim. Geldim tabiî.
O küçük evde kaldığım iki gün boyunca, ona Almanyadaki hayalî işlerimden, gelininden ve torunlarından bahsettim. Arada bir dalıp gidiyor ve şuuru yerine gelince, yine konuşmamı istiyordu.
İhtiyar kadın, üçüncü günün sabahında vefat etti. Onu biraz ilerideki köyün kabristanına defnettik.
Mezarlıktan ayrılırken, bin kilometre ötelerden bu dağ başına sevkediliş sebebimi artık bilebiliyordum

Cüneyt SUAVİ

ÖĞRETMEN KİMDİR?


            İnsan vardır, bütün ömrünü toplumun ve insanlığın mutluluğuna adar ki bunların başında öğretmen ve yetiştirdikleri gelir. İnsan vardır ki nerede bir huzur ve güven varsa onu çok görüp kökünden yıkmaya çalışır ki bu tip insan maalesef öğretmenin yoğurduğu hamurdan geçmemiş insandır. O halde öğretmen sanatkârların başıdır. 
Öğretmen milletlerin kaderini ayakta tutan, örnek davranışlarıyla yol gösteren, Doğumundan ölümüne kadar, milletin ahlak ve karakterini yükselten bir hamur gibi şekil veren öğretmendir. Öğretmen bayrağına renk verendir. Öğretmen tarihini bilen ondan ders çıkartarak geleceğe umutla bakandır. Öğretmen mimardır. Ferdin toplumun, kişiliğin, şahsiyetin, adaletin ve bilginin mimarıdır. Hamur nasıl fırıncının elinde şekilleniyor ise, nesillerde öğretmenin elinde şekillenir. Nasıl arı peteklerine bal taşır, mimar taşa şekil verirse, öğretmende körpe beyinlere ve olgunlaşmaya başlayan meyvelere bilgi ve kültür taşır. Öğretmen Yol gösteren, yeni ufuklar açan, öğrencinin yeteneklerini keşfetmesini ve geliştirmesini sağlayandır. Öğretmen hakkını arar ve hakkını aramayı öğretir. Öğretmen yeni şeyler peşinde koşan, çalışan bir reformcudur. Konusu olan çocuğu tanımayan onu sevmeyen ve dilinden anlamayan öğretmen "Soğuk demiri" döven demirciye benzer Öğretmen dosttur: İnsanın insanlığın, şefkatin, merhametin, bilginin ve sağa duyunun dostudur. 
Öğretmen düşmandır, Karanlığın cehaletin, geri kalmışlığın, zulmün düşmanıdır. Çünkü öğretmenin olduğu yerde bunlar, bunların olduğu yerde öğretmen bulunmaz. Cehalet bir milletin yüzkarasıdır en büyük düşmanıdır. Öğretmen yobazlığa karşıdır.

23 Kasım 2010 Salı

Hayattan Beklentin Nedir

Hayattan beklentin nedir? dedi adam...
 \'iyi bir eş... rahat bir hayat... yetecek kadar para... Sağlıklı çocuklar...bunlar beklentilerim\'. dedi kadın...
 \'Nasıl bir eş istersin?\' dedi adam...
 \'Anlayışlı, müşvik, ilgili ve sevgi dolu\' dedi kadın...
 Sustu, düşündü bir süre adam...
Hayattan kendi beklentilerini değil, kadının beklentilerine uygun bir erkek olup olmadığını düşünüyordu... Ya da kadının onun hayallerine denk olup olmadığını...
 Yeterince anlayışlı mıydı acaba? Anlayışlı erkekten beklentisi neydi kadının? Evde yemek bulamayınca susmak mıydı anlayışlı olmak, yoksa mutfağa dalıp makarna yapmak mı?. Oysa o hep birgün eşinden önce eve gelip ona sofralar donatmanın hayalini kuruyordu ortak hayatta...
 Beklenti ile gelen anlayışlı erkeklik bu kadar basit miydi? Bir tencere makarna pişirmek kadar kolay mıydı anlayışlı olmak? Beklenmedik bir günde sofralar donatan bir eş olmak istiyordu oysa o.Karnı doyan değil, gözleri parlayan bir kadındı onun aradığı...

Ey Yolcu


Hikaye Tomurcukları - BEBEK


bebek
Genç kadın, bebeğin güzelliği karşısında büyülenmiş gibiydi.
Kıvırcık sarı saçları, iri mavi gözleri, kalkık bir burun ve küçük kırmızı dudaklarıyla bir kartpostalı andıran bebek,
kadının şimdiye kadar gördüğü en cana yakın kız çocuğuy­du. Onun ipek yanaklarını doya doya öpmek ve
Cennet kokusunu içine çekmek için eğildiğinde:
— Dokunma bana!... diye bir ses duydu. Beni okşamaya hakkın yok senin.
Kadın, korkuyla irkilip etrafına bakındı. Bebekle kendisinden başka içerde kimse yoktu.
Aynı sesi tekrar duyduğunda bebeğe döndü. Aman Allahım!.. Yeni doğmuş gibi görünmesine rağmen konuşan oydu.

Bebek:
— Bana yaklaşmanı istemiyorum, diye devam etti. Hemen uzaklaş benden.
Kadın, biraz olsun kendini toplayarak:

— Çocuklarımız hep erkek oluyor, dedi. Onlar da güzel ama kız çocukları başka. Bu yüzden seni öpmek istedim.

— Beni öpemezsin, diye ağlamaya başladı bebek. Benim de seni öpemeyeceğim gibi.

— Neden? diye sordu kadın. Neden öpemezsin ki? Bebek, hıçkırıklara boğulurken:

— Bunun sebebini bilmen gerekir, dedi. Düşünürsen mutlaka bulacaksın.

Kadın, neler olup bittiğini hatırlamak üzereyken kendine geldi. Özel bir hastanenin en lüks odasında yatıyor
 ve narkozun tesirinden midesi bulanıyordu. Aile dostları olan tanınmış doktor, odayı dolduran çiçeklerden
bir tanesini vazo­dan çıkartıp kadına uzatırken:
— Geçmiş olsun hanımefendi, dedi. Başarılı bir kürtajdı doğrusu. Ha..! Sahî, "kız"mış aldırdığınız...

22 Kasım 2010 Pazartesi

Klasik Yalanlarımız


• Kalsaydiniz biseyler yerdik... 

• Vallaha sarida geçtim memur bey...
• Kazanmak önemli diil mühim olan yarismaya katilmakti...
• Dünya ahiret bacimsin...
• Suan 70 milyon bizi izliyor...
• Bu son sigaram...
• Bütün kadinlar güzeldir...
• Iki saat kapida bekledim, açan olmadi...
• Seni düsünmekten bütün gece gözüme uyku girmedi... 

Yaşam Alıntısı


 Kimi zaman yalnızlıklar, kimi zaman pişmanlıklar, bazen sarhoş bazen ayık , ne yaptığını bilerek yada bilmeyerek geçer yaşam diye insanoğluna bahşedilen süreç.
 Çoğumuz geri dönüp bakmayı akıl edebildiğimizde yapacak bir şeyin kalmadığını ve ne çok eksik yaşanmamışlıklar bıraktığımızı görürüz. Kaç kişi hayatını kendisine itiraf edebilir ki ... Aslında buna çok kişi demek gelse de içimden maalesef çok az kişi. Hem sonra düşünürüz itiraf etsek ne olacak diye. Elbette hiçbir şey. Sadece kendimizce bir boşalım ...

EY TÜRK KADINI..


Birinci vazifen bulaşık, çamaşır ve kocana sahip çıkmaktır.
Mevcudiyetinin yegâne temeli budur. 
Kocan en kıymetli hazinendir.
Seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek kaynanan, kaynatan ve görümcelerin olabilir. 
Bir gün evliliğini kurtarmak mecburiyetine düşersen,
Vazifeye atılmak için bulaşık ve çamaşırı düşünmeyeceksin.
Bu durum elektriğin ve suyun kesildiği anda ortaya çıkabilir.
Evliliğine tecavüz etmek isteyen kaynanan kaynatan ve görümcelerin hayatta emsali görülmemiş, bir galibiyetin mümessili olabilirler.
Hayatta kılıbık kocan zor bir ihtimalde olsa başka karılara göz dikmiş, olabilir.
Aileniz fakr-u zaruret içinde harap ve bitap düşmüş, olabilir.

Ey asıl Türk kadını işte bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen yuvanı kurtarmaktır. Anasının kuzusu olan kocanı adam etmek senin elindedir. İhtiyaç duyduğun merdane dolabın sol üst koşesinde saklıdır.
Hadi kolay gelsin.


(Not: Niyetimiz Güzel "Türk Gençliğine Hitabe"miz ile dalga geçmek değil bilakis olaylara mizahi bakıştır.)






21 Kasım 2010 Pazar

Hikaye Tomurcukları

Yeşil Elbise

Yolda karşılaştığımızda ezan okunuyordu.
-Gel seni camiye götüreyim,dedim.Bugün Cuma biliyorsun.
-Sen de benim camiye gitmediğimi biliyorsun,dedi
-Biliyorum ama,sebebini gerçekten merak ediyorum.
-Ne bileyim olmuyor işte,dedi.Hem pantolonumun ütüsü bozulup,dizleri çıkar diye endişe ediyorum.
Gayri ihtiyari gülmeye başladım.

20 Kasım 2010 Cumartesi

Kortizol Hormonu




Vücudumuzda, yaralanmalara karşı önceden önlem alan, yaralanma olursa acı hissini azaltan, acil durumlarda yağ ve proteinleri şekere dönüştürerek, beyin ve kalbin beslenmesine öncelik veren, damarların kasılıp büzülmelerini düzenleyen ve daha birçok zor görevi üstlenen iyi eğitimli bir dost molekülleriniz var ve şu anda sizin haberiniz bile olmadan, bu görevlerini yapmaya devam ediyor. 

Bu dost molekül, vücudumuz tarafından salgılanan mucize bir ilaç; kortizol hormonudur. 
  

Kortizol hormonu; ağrı, kaza, acı, yaralanma, enfeksiyon, aşırı sıcak, aşırı soğuk, alerji, iltihap, oksijensiz kalmak, açlık, ateş yükselten faktörler gibi durumlara karşı insan bedeni içinde birçok farklı cephede insan için yoğun bir çaba gösterir. Şimdi bu cepheleri birlikte tanıyalım:


İncir

Günlük hayatımızda, gözümüzün önünde bulunan bazı güzelliklerin ve nimetlerin ne kadar farkındayız? Bize bir bardak su veren bir kişiye bile teşekkür ederken, bize bunca nimetleri veren Yüce Yaratıcı'mıza ne kadar şükrediyoruz?
 Lezzetli Nimetlerden Biri: İNCİR
California İncir Danışma Kurulu’na (California Fig Advisory Board) göre, meyvelerde ve sebzelerde bulunan antioksidanların insanları birçok hastalıktan koruduğuna inanılmaktadır. Antioksidanlar, vücudumuzdaki kimyasal reaksiyonlar sonucu oluşan veya dışardan alınan zararlı maddeleri (serbest radikalleri) etkisiz hale getirirler ve hücrenin tahrip edilmesini engellemiş olurlar. Scranton Üniversitesi tarafından yürütülen araştırmada, kuru incirin, antioksidan bakımından zengin fenol bileşimine diğer meyvelere göre çok daha fazla sahip olduğu belirlenmiştir. Fenol, mikroorganizmaları öldürücü -antiseptik- bir madde olarak kullanılmaktadır. Scranton Üniversitesi’nde yapılan değerlendirmelere göre, İncirdeki fenol miktarı, diğer meyvelerle kıyaslandığında çok daha fazladır.

Demir Olmasaydı?



Teknoloji, insanoğlunun yeryüzünde bulunan elementleri belirli bir amaca göre şekillendirmesiyle ortaya çıkmaktadır. Bu elementlerden sadece birkaçını incelediğimizde bile, varlığına çok alıştığımız bu cevherlerin aslında ne kadar mucizevi bir yapı taşıdıklarını görürüz. Bunlardan biri de hem teknoloji hem de yaşam için son derece gerekli olan 'demir' elementidir. 


Aile Bağları

Aile bir devletin en temel birimidir. Aile yapısı güçlü olan bir milletin devlet yapısı da güçlü olur. Ancak aile yapısı çökmüş, manevi değerlerini kaybetmiş, bireyleri arasında sevgi, saygı, birlik ve beraberlik, vefa duyguları körelmiş bir devletin güçlü olması mümkün değildir. Özellikle dinsiz bir toplumun hedef alındığı bazı ülkelerde bu manevi çöküş çok büyük bir hız kazanır ve ahlaki dejenerasyon toplumun her kademesinde kendini gösterir. Bu gibi toplumlarda hayat, sadece karşılıklı maddi çıkarlar üzerine kuruludur. 




19 Kasım 2010 Cuma

Kelebek Alfabesi



Norveç’li fotoğraf sanatçısı Kjell Sandved, 24 yıllık bir çalışmanın ardından kelebek kanatlarındaki  esenlerden alfabenin bütün harflerini ve 1′den 9′a bütün rakamları fotoğraflara yansıttı.





16 Kasım 2010 Salı

NİCE BAYRAMLARA

Günlerin en müstesnasıdır bayramlar… Ortak değerlerimizin en başta gelenidirler. Daha çok bayramlarda hatırlarız birbirimizi; birlik ve beraberlik tavan yapar bu güzel zaman dilimlerinde. Bir başka kenetleniriz bayramlarda. Hasretler geçici olsa da son bulur bu sayılı günlerde. İçimize doğan sevgi güneşi bir başka ısıtır bizi. Hüznümüzü, acımızı ve yalnızlığımızı paylaşarak azaltır; mutluluklarımızı ise paylaşarak çoğaltırız bu kıymetli günlerde. Bayram gelince aramızdaki mesafeler ortadan kalkar, kurumaya yüz tutan tebessümler yeniden yeşerir dudaklarımızda. Gönüllerimize nur, hanelerimize huzur dolar. 


15 Kasım 2010 Pazartesi

iNsan BazeN...

iNsan BazeN...
İnsan bazen gitmek ister.. Karanlıklara doğru yürümek ve hiç dönmemek.. Aydınlıktan kaçarcasına.. Kendisiyle yüzleşmekten korktuğu içinmidir bilinmez.. Aydınlıkta yaşananları görmemek için belkide.. Karanlığa giderken gözlerini kapayarak gitmek ister hemde.. Olurda ufacık bir ışık görür tekrar geriye dönerim düşüncesiyle alabildiğine sıkmak ister gözlerini..
İnsan bazen gitmek ister.. Sevdiği ve belkide onu seven insanları hiç düşünmeden kaybolmak ister.. Öyle bir yer olmalıdır ki gideceği yer, kimse bulamamalıdır onu.. Tabir-i caizse sırra kadem basmak ister..


Dua: ALLAH’ım; Güçlülerin yüzüne gerçeği


ALLAH’ım;
 
Güçlülerin yüzüne gerçeği söylemek
Zayıfların alkışını ve sevgisini kazanmak
Yalan söylememek için bana yardım et….
Zenginlik verirsen mutluluğumu alma
Güç verirsen muhakeme yeteneğimi zayıflatma
Başarı verirsen alçakgönüllüğümü
Alçakgönüllülük verirsen saygınlığımı kaybettirme
Görünenin diğer yüzünü tanımama yardım et
Bana kendimi sever gibi diğerlerini sevmeyi
Diğerlerini yargılıyormuş gibi kendimi yargılamayı nasip eyle
Kazandığım zaman sarhoşluğuna izin verme
Başarısız olduğum zaman umutsuzluğa düşürme beni
Hoşgörü güçlerin en büyüğüdür
İntikam arzusu zayıflığın görünümüdür
Başarıdan yoksun bırakırsan irade gücü ver
Sağlık bağışından yoksun bırakırsan
İnanç lütfunu esirgeme üzerimden
İnsanlara zarar verirsem özür dileme gücü
İnsanlar bana zarar verirse
Affetme ve merhamet gücü ver
Allah’ım eğer ben seni unutursam
Sen beni unutma………..AMİN 

12 Kasım 2010 Cuma

Günün Fotoğrafı





seni o kadar çok seviyorum ki
içimde yeşeren bir hayat var senin için
görmelisin bu aşkın masumiyetini
tıpkı ilk defa aşık olmuş bir çocuğun heyecanı
gülünü bulan bülbülün neşesi var içimde
bir defa dön bak gözlerimin içine
o zaman anlyacaksın beni
seni canımdan çok sevdiğimi...

Günün Sözü

Yanılgı insanlar içindir ama silginiz kaleminizden önce bitiyorsa biraz fazlaca yanlış yapıyorsunuz demektir.
(J. Jenkins)

11 Kasım 2010 Perşembe

Bazen Günümüzü Zehir Edebilen : HIÇKIRIK

Hıçkırık, sık görülen ve kendiliğinden sonlanan bir rahatsızlıktır. Nadiren 2 günden fazla bazen de 1 aydan fazla (inatçı hıçkırık) sürebilir. İnatçı hıçkırık erişkin erkeklerde kadınlara göre daha sıktır.
Kadınlarda hıçkırığın sebebinin yüzde 93'ü psikolojik kökenli iken bu oran erkeklerde yüzde 7 kadardır. Özellikle 2 günden fazla süren sürekli ve 1 aydan fazla süren inatçı hıçkırık altta yatan enfeksiyondan kansere kadar uzanan bir dizi hastalığın ilk belirtisi olabilir. Acil servise ağır bir yemekten sonra oluşan hıçkırık atağı ile gelen bir hastamın kalp krizi geçirdiğini teşhis etmiştim. Hastanın başka hiçbir şikâyeti yoktu. Kısa süreli hıçkırık atakları genellikle yemek, gastrik distansiyon (midenin gazla şişmesi), alkol ve stres ile daha sık ilişkilidir. İnatçı hıçkırığa sebep olacak 100'den fazla sebep bildirilmiştir.
Hıçkırığın sebepleri
Psikolojik nedenler: Heyecan, korku, stres
Toksik ve metabolik sebepler: Alkol, ilaçlar, diyabet, üremi
Ameliyat sonrası sebepler: Genel anestezi
Santral sinir sistemi (beyin)'ne bağlı sebepler: Tümörler, travma, menenjit, damarsal sebepler.
Diyaframın uyarılması: Mide distansiyonu (şişmesi), mide fıtığı, karaciğer büyümesi, dalak büyümesi
Ayrıca; çeşitli ilaçlar (steroidler, benzodiazepinler), glokom (göz tansiyonu), kulakta yabancı cisim, kıl, farenjit, guatr, zatürre, perikardit (kalp zarı iltihabı), kalp krizi, astım, tümörler gibi pek çok etken vagal siniri uyararak hıçkırık sebebi olabilir.
Hıçkırığın sebebi araştırılırken sıklığı, süresi, hastanın kullandığı ilaçlar, alkol ve sigara kullanımı, bilinen bir hastalığın varlığı, geçirilmiş ameliyatları, hıçkırığın uyku ve stresle ilişkisi sorgulanıp ayrıntılı bir fizik muayene ve detaylı bir tetkikle araştırmak gerekir.
Kısa süreli hıçkırık atakları çoğu zaman kendiliğinden geçmektedir.
Hıçkırığın tedavisi
Hıçkırık tedavisinde çok sayıda geleneksel yöntem, ilaç tedavileri, hipnoz, akupunktur ve cerrahi yöntemler mevcuttur. Bilinen yöntemlerin çoğu kişisel gözlem ve klinik tecrübe ürünü olup kontrollü çalışmalarda denenmemiştir. Basit hıçkırık ataklarının çoğu kendiliğinden sonlanır.
1- Çeşitli manevralar:
Şeker emilmesi
Torba içine soluma
Dilin çekilmesi
Buzlu suyla gargara
Tiksindirme
Korkutma
Nefes tutma
Gastrik lavaj (mide yıkama)
Endoskopi
2- İlaç tedavisi:
İlgili hekim tarafından düzenlenmesi uygundur.
3- Diğer yöntemler:
Hipnoz
Psikoterapi
Akupunktur

Evlilik mutluluğu öldürmez!

Evlilik aşkı öldürür mü tartışması bitmez ama ’evli ve mutlu’ olmak sanıldığı gibi imkansız değil. Evlilikte toplam mutluluğu artırmak için karşılıklı sevgi ve saygı şart. Ama yeterli değil. Bunun yanı sıra yedi M’ye dikkat edilmesi gerekiyor… Mutluluk, eşlerin birbirine karşılıklı saygısıyla var olabilir. Evliliğinizi eşinizle karşılıklı bir mücadele ortamına dönüştürmeyin. ’Ben’ yerine ’biz’ düşüncesini yerleştirin. Mutluluğunuz kötü huylara kurban gitmesin.
Mutlu olmak isteyen eşler, şu yedi “M”ye dikkat etmelidir.
1. Mutlu olmayı isteyin
Bazen insan eşinde aradığını bulamaz. Hayal kırıklığına uğrar. Mutlu olamayacağı kanaatine varır. Böyle durumlarda hemen yelkenleri suya indirmemek, ümit ışığını söndürmemek gerekir. Beyninize “Bu evlilik yürümez, bu eşle hayat bitmez.” yerine “Kayaların altından sular fışkırır. Çamurlu toprakların içinde güller biter.” düşüncesini yerleştirin.
2. Mutluluğunuza sahip çıkın
Hayali bir mutluluk peşinde koşmayın. Bu koşu sadece enerji sarf ettirir. Elinizdeki mutluluğa sahip çıkın. Onu avuçlarınızda tutun. Onu büyütmenin yollarını arayın.
3. Mutluluk düğmesine dokunun
Evlilikteki mutluluk sevgi ışığıyla ortaya çıkar. Birbirini seven eşler, zorlukları kolaylıkla aşar. Bunun için elinizi “sevgi” denilen mutluluk düğmesine dokundurun. O zaman gönüller aydınlanır, yürekler aydınlanır ve evler şenlenir.
4. Mutluluğu ’Ben böyleyim’le zayi etmeyin
İnsanın doğuştan bazı huyları olabilir. Ama hatalarının farkına varıp kendini düzeltebilir. Sinirlendiğinde her yeri kırıp döken bey, eşine karşı saygısız olan kadın “ne yapayım elimde değil ben böyleyim” diyerek suçunu gizleyemez. Diyen taraf hatalarını düzeltmek için beynini kurmalıdır. Şayet yine de başaramazsa bir psikolog ya da psikiyatristten yardım almalıdır. Özellikle erkekler, “ben deli miyim” diye bu yardımdan kaçıyorlar. Bunu bir gurur vesilesi yapıyorlar. Halbuki bir insan, duygularını ve hareketlerini kontrol altında tutamıyorsa tutmasına yardım edecek kişiden kaçmamalıdır.
5. Mutluluğun baş düşmanı “güç savaşı
Mutluluğunuzun arasına ’ben’ duygusunu sokmayın. “Ben daha iyi düşünürüm, akıllıyım, iyi bilirim” diye düşünmek mutluluğu öldürür. Çünkü gücün girdiği yere savaş girer. Savaşın girdiği yerdense huzur pılını pırtısını toplayıp gider.
6. Mutluluk için eşinizi kopyalamayın
Evlilikteki en büyük yanlış, eşlerinin kendilerinin bir parçası olmasını, kendi gibi düşünmesini, davranmasını ve her dediğine “evet” demesini istemeleridir. Daha doğrusu eşlerinin kendilerinin bir kopyası olmasında diretmeleridir. Halbuki, bu yaratılışa zıttır. Çünkü bir elma armuda, armut da elmaya dönüşemez. Fakat bir meyve tabağında yan yana yer alarak birbirlerini tamamlayabilirler.
7. Mükemmellik beklentiniz olmasın
Kimi eş her şeyin mükemmel olmasını ister. Küçük problem karşısında bile panikler, hayatı kararır. Bütün dünyasını o küçük olayın içine hapsedip, mahvolur. “Neden istediğim gibi olmuyor. Eşim istediğim gibi davranmıyor. vs.” deyip durur. Bu durum hem kendilerini hem de eşlerini yorar.Yıllar geçtikten sonra “Eyvah! Yazık etmişim hayat ne kadar kısa, ömür ne kadar azmış, boşu boşuna dünyayı kendime zindan ettim.” derler. Hiçbir evlilik problemsiz, hiçbir eş de kusursuz değil
(alıntıdır)

10 Kasım 2010 Çarşamba

Yazar Ergun BABAHAN'dan Güzel Bir Makale..


Türk solu muhafazakarlaşıyor mu?

CHP'de yaşanan yönetim krizi ve yenileşme hareketleri sürerken, yazar Ergun Babahan ilginç bir tespitte bulundu. Babahan, Türk Solu'nun muhafazakarlaştığını öne sürdü.Türkiye'nin muhafazakarlaştığını ifade eden Ergun Babahan, yazısında izlediği "Mad Man" filminden bahsediyor ve orada Amerika'da muhafazakarlıktan serbestliği nasıl gidildiğini anımsatarak Türkiye'deki gelişmer ile bakış açısını şöyle yansıtıyor:
TÜRKİYE MUHAFAZAKARLAŞIYOR
" (...) Evet, Türkiye muhafazakarlaşıyor. Ama sadece Sağ'ı ile muhafazakarlaşmıyor. Sol'uyla da muhafazakarlaşıyorhatta tutucu hale geliyor.
Üniversite yıllarında "Ulusların kaderini tayin hakkını" tartışanlar, bugün Kürtler'in anadilde eğitim talebini bölücülük olarak görüyor.
 Çözümü "devletin sönmesinde" görenler, devlete tek kurtarıcı olarak bakıyor. Kari Popper'in "Açık Toplum ve Düşmanları" adlı eseri totaliter anlayışın eleştirisini getirirken, dünyanın sol ve sağ dönemlerden geçtiğini de anlatır aynı zamanda. Platon'la başlayan devletçi görüş, iniş ve çıkışlarla Sovyetler Birliği'ne ulaşıncaya kadar sürmüştür. (.....)
İLERİ HAREKETİ GERİCİLİK SAYAN SOL
Babahan, bu durumdan darbeleri sorumlu tutarak 12 Eylül ve 12 Mart'ta solun hayat damarlarının kesildiğini vurgulayaraka şöyle dedi:Bu gelişimde, Sol'un hayat damarının 12 Eylül darbesiyle birlikte kesilmesi, Sol'un değerli isimlerinin önce 12 Mart, ardından 12 Eylül'de imha edilmesi önemli bir rol oynuyor elbette. Değişimden korkan, ileriye doğru her hareketi gericilik sayan bir Sol. Türkiye'nin asıl sorunu bu.


Kaynak : http://www.internethaber.com/turk-solu-muhafazakarlasiyor-mu-308834h.htm#ixzz14rPS4OCh

9 Kasım 2010 Salı

Ölümün adı: Çernobil...


Ölümün adı: Çernobil...
Çernobil Nükleer Santralı'nın patlamasının üstünden tam 15 yıl geçti. Çevrebilimciler faciaya yol açan santralın kapatılmasını sevindirici buluyorlar. Ancak, 1986'da yaşanan felaketin etkileri fazlasıyla görülüyor.
3 nolu reaktörün kontrol panelinde görevli memurlar... Bu reaktör, 15 Aralık 2000'de kapatıldı ve çevreciler derin bir nefes aldı...
Eski Sovyetler Birliği'nin Ukrayna ve Beyaz Rusya sınırındaki ormanlar ve terk edilmiş köylerin bulunduğu bölge geyik, kunduz, porsuk, vaşak, bizon gibi hayvan türlerinin ve beyaz kuyruklu deniz kartalı, kara leylek, yeşil turna gibi 270 tür kuşun barındığı Avrupa'nın en zengin doğal yaşam alanlarından biri.

Böylesi bir biyolojik çeşitliliğe ev sahipliği yapan yer, kuşkusuz milli park olarak korunmaya alınabilir. Ancak asıl şaşırtıcı olan, bu muhteşem doğal güzelliklere sahip alanın, 1986 yılındaki kazanın başrolünü üstlenen Çernobil Nükleer Santralı'nın çok yakınındaki "ölüm bölgesi"nde yer alması...

15 Aralık 2000'de, 15 yıl boyunca çevreye büyük miktarlarda radyasyon yayan Çernobil Nükleer Santralı'nın işletmedeki son reaktörü kapatıldı. Ama yaban yaşamının yavaş yavaş Çernobil yakınlarındaki boşaltılmış alana doğru yönelmesi, yaklaşan felaketin en açık kanıtı...

Bundan 15 yıl önce, 25 Nisan 1986'da öğle yemeğinden çıkan bir mühendis, belki yemeğin de verdiği rehavetle, bir elektrik denemesi için, RBMK tipi reaktörün "acil soğutucu sistemlerini" kesiyordu. Teknisyenler, akşam üstüne doğru, reaktörün gücünü minimuma indirmişlerdi.

Amaçları, kendi gücüyle dönen tribünlerin elektrik debisini kontrol etmekti. Ancak, bu durumda, RBMK tipi grafitgaz reaktörlerinin müthiş bir istikrarsızlık kazanacağından haberleri yoktu.
Uluslararası bir kaza: Radyoaktif reaksiyon…
Çernobil'den yayılan radyoaktif bulut kümeleri Avrupa'ya doğru yöneldi ve birçok yeri olumsuz etkiledi. Dolayısıyla, besin zinciri de bu durumdan payını aldı. Bu etkinin 50 yıl sürmesi bekleniyor. Bugün bile Bavyera Ormanları'nda yaşayan geyikler ve yaban domuzlarında yüksek radyoaktiviteye rastlandı. Dahası, Galler ve İskoçya'daki koyunlar için de durum aynı. 1986 yılında Avrupa'daki bakanlar, bu koyunları bir süre kontrol altında tutmaya karar vermişlerdi. Araştırmalardan çıkan sonuca göre, 10 ile 15 yıl arasında durum değişmeyecek. Ancak iyi bir haber de var; doğanın kendisini yenileme mekanizması o kadar iyi çalışıyor ki, 50 yıl içinde Rusya'da yetişen bir mantarı yemek çok da zararlı olmayacak.
Gece yarısı saat 1'i, 23 dakika 58 saniye geçe, ardı ardına gelen iki müthiş patlama yaşandı. Santralın 1,016 bin ton ağırlığındaki damı, bir fişek gibi gökyüzüne fırlamış; ardından da, tüm gücüyle santralın üstüne düşmüştü.

İlk patlama sırasında 31 kişi hayatını kaybetmiş ve radyoaktif bulut, ağır ağır bölgenin üzerine yayılmıştı. Açığa çıkan radyasyon korkunçtu: Dünya Sağlık Örgütü'nün açıklamalarına göre Hiroşima ve Nagazaki'ye atılan atom bombalarının toplamından 200 kat fazlaydı.

Sovyet yetkilileri, ilk başlarda felaket haberini gizlemeye çalıştılar. Kahraman itfaiye erleri, yapı içinde başlayan 30 ayrı yangınla mücadele ederken, rüzgâr radyoaktif bulutları İsveç'e kadar taşıdı. Yapılan açıklamalara göre, Stockholm'deki radyoaktif kirlilik düzeyi 15 kat artmıştı.

Ukrayna'da da resmi yetkililer suskundu. Kiev sakinleri, Pripyat'a otobüs seferlerinin kaldırılmasının şaşkınlığı içindeydiler; çünkü yetkililer bu bölgeyi boşaltmışlardı. 3 Mayıs sabahı Kiev'deki bir yerel gazetede, nükleer santralde yangın çıktığı haberi yer aldı. Şüpheli insanların zihinlerindeki soru işaretleri de ay-dınlanmaya başlamıştı, mutlaka bir felaket yaşanmış olmalıydı...

Kaza sırasında 13 yaşında olan Kiev'li gazeteci Anastasia Zanuda, "Sovyet yetkililer paniği önlemeye kararlıydı. Kent çıkışında ve her köşe başında, insanların kenti terk etmesini engellemek için polisler duruyordu. Uçakta yer bulmaksa imkânsızdı. Çünkü, hepsi parti yetkililerinin çocukları için ayrılmıştı" diyor.

Kazadan 36 saat sonra, insanlar Çernobil'den uzaklaştırılmaya başladı. Bir ay içinde 30 km'lik çember içinde yaşayan 116.000 kişi boşaltıldı ve bunlara yeni evler verildi. Ancak, birçoğu radyasyona maruz kalmıştı bile... Çoğu gönüllü 600.000 işçi, onarım ve temizleme çalışmalarına katıldı. Yapılan ölçümlerde maruz kaldıkları radyasyon, her biri için 165 "millisievert"ti... 10 millisievert insan için ölümcül dozu ifade ediyor.

Prypyat kentinde temizleme çalışmalarına katılan görevliler, ancak bir yıl sonra evlerine dönebildiler...
Santralde gönüllü olarak çalışanların çoğu, büyük acılar çekerek öldü. Patlamanın ilk saatlerinde göreve çağırılan itfaiye erlerinin vücutlarında radyasyon yanıkları baş gösterdi. Ağızlarında, dillerinde küçük yaralar açıldı ve yaralar tüm vücutlarına yayıldı. Birçoğu iki hafta içinde öldü; çinko kaplı tabutların içine konarak kalın beton mezarlara gömüldüler.

Bu korkunç kazaya rağmen Çernobil kapatılmadı ve faaliyetini sürdürdü. Ama bu uygulama, beraberinde birtakım kazalar getirdi. 1991 yılında 2 numaralı reaktörde yangın çıktı. 2000 Temmuz'unda yoğun yağışlar sonucunda 3 numaralı reaktörü su basınca, yetkililer bu bölümü tamamen kapattılar.

Birimlerin kapatılmasına rağmen, Çernobil'de güvenliğin sağlanması için sürekli bir mühendis ordusunun varlığı gerekliydi. Birimlerin kaplanmasında 250.000 ton beton kullanıldı. Böylece, 180 tonluk yüksek radyoaktivite içeren yakıt kapatılmış oldu. Şimdi, bu betonun yüzde 10'luk bölümü çatlaklarla dolu.

Çatlaklardan sızan yağmur suları, boruların dayanıksızlığı, yeni bir facianın habercisi sayılıyor. Yeni bir çevre katliamına yol açılmaması için yeni bir lahit gerekiyor. Ancak bunun maliyeti 650 trilyon TL... Uluslararası bir soruna dönüştüğünden, batılı devletlerin de 2007 yılına kadar bakım ve onarım eksiklerini gidermeye gönüllü oldukları biliniyor.

Gecikmiş olsa da Çernobil'in kapatılması, çevre gönüllülerini bir hayli sevindirdi. Çevreci kuruluşların çoğu, bu adımı, kıtayı nükleer güçten arındırmanın ilk aşaması olarak değerlendiriyor. Kazanın ardından İsveç ve Hollanda nükleer güçten vazgeçti, İtalya reaktörlerini kapadı.

Son olarak da Almanya, 2021 yılı itibariyle nükleer güç ünitelerini terk edeceğini açıkladı. Avrupa nükleer güçten uzaklaşırken (Fransa hariç), yeşillerin zaferinin çok da uzun soluklu olmayacağı belirtiliyor.

Avrupa'da güvenli reaktörler bir bir kapatılırken, Ruslar yenilerini inşa etme planları yapıyorlar ya da Çernobil tipi reaktörler üzerinde kozmetik değişiklikler amaçlıyorlar.

Kiev'de genç bir kız, yaşıtları gibi tiroid kanseri tedavisi görüyor.
Bu davranışları, tümüyle ticari kaygılardan kaynaklanıyor. Batı Avrupa'nın enerji ihtiyacının farkına varan Rusya, nükleer reaktörlerle kendi halkının enerji talebini karşılamayı, doğal gaz kaynaklarını da Gazprom yoluyla Avrupa ülkelerine ihraç etmeyi düşünüyor. Kaynaklarda, 2030 yılında bugün 29 olan nükleer santral sayısının 59'a çıkarılacağı belirtiliyor.

Litvanya'daki Ignalina güç istasyonu, tipik bir Sovyet yapımı nükleer santral... Litvanya'nın enerji ihtiyacının yüzde 85'ini karşılıyor. Ancak, ABD Enerji Bakanlığı tarafından dünyanın en tehlikeli istasyonu olarak değerlendiriliyor.

Sovyet yapımı RBMK-1500 su soğutmalı reaktörle (dünyadaki en güçlü reaktör modeli) çalışan sant-ral, tektonik hata üzerine kurulu... Sadece 1998'de, bu santralde 20'den fazla kaza gerçekleşmiş. Ancak Litvanya, bu reaktörleri hâlâ kapatmamakta kararlı.

Ucuz nükleer güce olanak tanıyan RBMK tipi reaktörler Rusya'da çok fazla kullanılıyor. Ancak birçoğunun elektrik sistemleri acil sinyaller veriyor. Uluslararası Atom A-jansı'nın sözcüleri, bu tip reaktörlerin Batı Avrupa ülkelerinde kullanılamayacağını, çünkü güvenlik tertibatının çok ilkel olduğunu belirtiyorlar. Bu arada, Avrupa'nın Rusya'ya Çernobil yerine iki yeni reaktör açması için para yardımı yapması da çok ilginç...

Uzmanlar, 5 milyonu aşkın insanın yüksek düzeyde radyasyona maruz kaldığını söylüyorlar. Radyasyonun yüzde 40'lık bölümü Ukrayna, Sovyetler Birliği ülkeleri ve Batı Avrupa'yı etkisi altına aldı. Ancak en çok mağdur olanlar, Beyaz Rusya'nın fakir ülkeleri. Ülkenin dörtte birlik bölümü, 264.000 hektarlık bir alan tarım yapılamaz durumda, 485 köy ise tamamen boşaltıldı.

Bir başka Çernobil mi?
Bilim adamları, Rusya'nın kuzeybatısında yer alan Deniz Kuvvetleri'ne ait Murmansk limanının ikinci bir Çernobil'e dönüşebileceği konusunda uyarılarda bulunuyorlar. Rusya'nın ekonomik çöküşüyle birlikte, donanma gemileri ve denizaltıları emekliye ayrıldı. Nükleer güçle çalışan düzinelerce araç, reaktörlerinden ve radyoaktif yakıtlarından arındırıldı. Ancak bunlar 500.000 nüfuslu kentin çok yakınında depolanıyor. Rus yetkililer bilgi vermek konusunda çekingen davranırken, Uluslararası Atom Enerji Ajansı'nın verdiği bilgilere göre, 150'ye yakın reaktör Murmansk'ta bekletiliyor. Sorun gün geçtikçe daha ciddi bir hal alıyor. Çünkü, Rusya'nın bu başlıkları ve atıkları doğaya zarar vermeden yok edebilecek bir bütçesi yok. Moskova'daki yetkililer, bu durumdaki nükleer maddelerle ilgili kaygının yersizliğini savunuyorlar. Sorumluluğun Rus hükümetinde bulunduğunu ve bu durumu kaldırabilecek güçte olduğunu iddia ediyorlar.
Uzmanlar, 5 milyonu aşkın insanın yüksek düzeyde radyasyona maruz kaldığını söylüyorlar. Radyasyonun yüzde 40'lık bölümü Ukrayna, Sovyetler Birliği ülkeleri ve Batı Avrupa'yı etkisi altına aldı. Ancak en çok mağdur olanlar, Beyaz Rusya'nın fakir ülkeleri. Ülkenin dörtte birlik bölümü, 264.000 hektarlık bir alan tarım yapılamaz durumda, 485 köy ise tamamen boşaltıldı.

Çernobil'in insanlar üzerindeki etkisi de korkunç… Temizleme çalışmalarına katılan gönüllüleri temsil eden Çernobil Sendikası, kaza sonucu ölenlerin sayısının 15.000'i bulduğunu ve yaklaşık 50.000 kişinin de sakat kaldığını belirtiyor. Sendika başkanı Viaçeslav Grişin'in verdiği bilgilere göre, 1991 yılından bu yana mağdurların sayısında 12 kat artış görülmüş.

Dahası, katlanarak artmaya da devam ediyor. Ukrayna Sağlık Bakanlığı, üçte birini çocukların oluşturduğu 3,5 milyon kişinin ciddi rahatsızlık-larla pençeleştiğini açıkladı. Çernobil'in çevre yerleşimlerindeki kanser hastalarının oranı, ulusal ortalamanın on kat üzerinde.

Kazadan bu yana, Ukrayna'da tiroit kanserine yakalananların sayısı yine on kat artmış. Birçok bilim adamı, kazanın etkilerinin yeni yeni çıktığı konusunda aynı kanıyı paylaşıyor. Çünkü, radyasyon sinsice zarar veriyor ve olaydan 10 yıl sonra tanımlanamayacak hastalıklarla ortaya çıkıyor. 20 yıl sonra bile kötü huylu tümöre ya da tiroit kanserine yol açabiliyor.

Uluslararası Kanser Araştırmaları Derneği'nden Dr. Elisabeth Cardis'in önderliğindeki Dünya Sağlık Örgütü bilim adamları, Beyaz Rusya'daki Gomel'de, kaza günü dört yaşın altında olan çocukların yüzde 36,4'ünün tiroit kanserine yakalandığını açıkladılar.
Radyoaktif "Kızıl Orman"da bulunan fare kalıntılarının genetik değişime uğradıkları görüldü.
Beyaz Rusya'da yaşayan kadınların yaşam süreleri 74 yıldan 58'e inmiş durumda. 9 yıl içinde sakat doğan çocuk sayısı yüzde 20'lere ulaştı. Beyaz Rusya Sağlık Bakanlığı'nın verdiği bilgilere göre, ülkedeki çocukların yüzde 29'u kronik hasta. Çoğu uzman, bu durumdan Çernobil'i sorumlu tutuyor.

Ukraynalı bilim adamı Dr. Georgiy Lisiçenko, Dinyeper Nehri'ndeki radyoaktivite düzeyi konusunda yetkilileri uyarıyor. Bu nehir, Kiev'de ve ülkenin pek çok yerinde 30 milyon insanın içme suyunu karşılıyor; bunun yanı sıra, tarlalarda sulama amaçlı kullanılıyor.

Sadece insana değil, doğaya verdiği zararlar da çok ürkütücü. Radyasyon 1.500 dönümlük ormanı yok etmiş durumda. Bazı tür hayvanlar ya yok olmakla yüz yüze ya da genetik değişikliklere uğramış. Örneğin fareler arasındaki farklılık ürkütücü boyutlara ulaşmış.

Bu nedenlerden dolayı bilim adamları, Çernobil kazasının etkilerinin uzun dönemde araştırılması ve önlemler alınmasından yanalar. Bu kazanın, önümüzdeki yıllarda da insan yaşamını olumsuz etkileyeceği çok açık. BM Genel Sekreteri Kofi Annan, 2000 yılında yayımlanan BM Çernobil Raporu'nda, 3 milyon çocuğun tedavi görmesi gerektiğini ve birçoğunun ana karnında öleceğini vurgulamıştı.

Daha kötüsü, 7,1 milyon insanın gelecekte ciddi sağlık sorunları yaşayacağını belirtmişti. Korkunç patlamayla yayılan radyoaktivitenin etkilerinin tamamını 2016 yılına kadar anlamak biraz zor. Kofi Annan'a göre, daha kötüsü gelmek üzere...



ÇERNOBİL FACİASINDAN ETKİLENEN BİR ÇOCUK VE DüNYAYI KAPLAYAN RADYASYON BULUTUNUN RESMİ...

Tarihte Bu Ay: Berlin Duvarının yıkılışı


Berlin Duvarı


Yıkılmadan önce Berlin Duvarı, 1986
Berlin Duvarı (AlmancaBerliner MauerDoğu Almanya vatandaşlarının Batı Almanya'ya kaçmalarını önlemek için Doğu Alman meclisinin kararı ile 13 Ağustos 1961 yılında Berlin'de yapımına başlanan 46 km uzunluğundaki duvar.
Batı'da yıllarca "Utanç duvarı" (Schandmauer) olarak da anılan ve Batı Berlin'i bir ada gibi abluka altına alan bu betondan sınır, 9 Kasım1989'da Doğu Almanya'nın, isteyen vatandaşlarin Batı'ya gidebileceğini açıklamasının ardından tüm tesisleriyle birlikte yıkıldı.

Konu başlıkları

 [gizle]

Yapılışı [değiştir]

Berlin'in işgal güçlerince paylaşımı
II. Dünya Savaşı´nın sonunda savaşı kaybeden Almanya ve başkenti Berlin işgal kuvvetlerince Amerikan, Fransız, İngiliz ve Sovyet bölgesi olarak dörde bölündü. Kısa süre sonra Batı ittifakı benzer şekilde olan yönetim birimlerini birleştirdi ve tek bir yönetim bölümüne dönüştü. Sovyetler ise bu birleşmeye karşı çıktı. Batılı işgal kuvvetleri Sovyetlere karşı Almanya´yı tekrar inşaya girişip komünizme karşı karakol kurmayı amaçladılar.Sovyetler de bu girişime karşı Doğu Almanya´da yeni bir rejim kurmaya girişti. Ekonomisi sosyalizme dayanan, siyasi yönetimi otoriter olan Doğu Almanya'dan Batı'ya kaçışlar da oluyordu. Sovyetlerden kaçış büyük ölçüde Berlin'den gerçekleşiyordu. Zamanla tel örgü ve mevzuat değişiklikleri de batıya kaçışı engelleyemez duruma gelmişti. Sovyetler, Batı Berlin'i Sovyetlerin içinde bir fesat yuvası, kapitalizmin kalesi, karşı propaganda merkezi olarak gördüğü için Berlin Duvarı'nı örmeyi çözüm olarak benimsedi. Duvarın kendisi 1961'de kurulmuştur; ancak Doğu ile Batı Almanya arasındaki katı sınır daha 1952'de çizilmişti.Ancak sadece Berlin metrosunu kullanarak 1955yılına kadar 1950'lerin başında büyük bir ekonomik büyüme yakalayan Batı Almanya'ya 270 bin insan kaçmıştır. Berlin Duvarı bunun üzerine dönemin SED lideri Walter Ulbricht'in bir şeyler yapılması gerektiği konusunda Sovyet liderlerine danışması ve onaylarını alması sonucu kurulmuştur.
Duvar Doğu Almanya’nın içinde ABD güdümünde kapitalist batı Berlini çevrelemek için, Doğu Almanya meclisinin kararıyla 12-13 Ağustos 1961’de bir gecede örülmüştür. Planları tamamiyle gizlilik içinde gerçekleşmiştir. Öyle ki SED genel sekreteri Walter Ulbricht’in 15 Haziran 1961’de, Doğu Berlin’deki bir konferansta Batı Berlinli muhabir Annamarie Doherr’in sorusuna verdiği yanıtta geçen “Niemand hat die Absicht, eine Mauer zu errichten” (kimsenin bir duvar inşa etmeye niyeti yok) cümlesi bunun açık kanıtıdır. Duvarın ilk oluşturulan hali geçişleri engellemeyince yükseltilmiş mayın tarlaları köpekli askerler gözcü kuleleriyle geçiş tamamen engellenmiştir.
Berlin Duvarı (1978)
Bernauer Straße
1961 yılında Berlin Duvarı'nın yerine önce sadece basit bir tel örgü çekildi. Daha sonra bu örgünün yerine adı kapitalist batıda "Utanç duvarı" olarak da bilinen Berlin Duvarı inşa edildi ve bu tel örgü duvarın üstünde yeniden yeraldı. Doğu ve Bati Berlin'in arasındaki bu duvar, aslında biri 3,5 digeri 4,5 metrelik iki çelik parçadan oluşuyordu. Doğu tarafına bakan duvar kaçmaya yeltenecek insanların kolay görünmesi için beyaza boyanmıştı. Buna karşılık Batı Almanya'ya bakan taraf ise grafitti ve çizimlerle doluydu. Doğu kısmında duvar boyunca yerde çelik kapanlar ve mayın tarlaları bulunuyordu, 186 yüksek gözetleme kulesi ve yüzlerce lamba konmuştu. Doğu tarafında motorsikletli ve yaya polisler ve köpekler de kontrol halindeydi. Duvar boyunca 25 karayolu, demiryolu ve suyolu sınır kapısı yeralıyordu. Tüm bu kontrol ve gözetlemelere rağmen, yaklaşık 5 bin kişi tüneller, evde yaptıkları balonlar ve bunun gibi yollarla, Dogu'dan Batı'ya kaçmayı başardı.
Duvarla birlikte Doğu'dan Batı'ya kaçışlarda en büyük dramlardan biri de Bernauer Strasse'de yaşandı. Nitekim bu sokaktaki evler Doğu'da yeralmalarına rağmen ön cepheleri Batı'daydı. İlk başlarda pencerelerden yaralanmayı ve sakatlanmayı göze alan kaçışlar oldu, sonraları bunu önlemek için evlerin pencereleri tuğlalandı. Kısa bir süre sonra ise bu evler tamamen yıkılarak yerlerine duvar örüldü. Doğu'dan Batı'ya kaçmak isterken yaşamını yitiren ilk kişi olarak bilinen Ida Siekmann, 22 Auğustos 1961'de işte burada can vermişti. Günümüzde eski Berlin duvarının bu bölgesinde duvarın bazı kalıntıları ve konuyla ilgili bir müze bulunmaktadır.
24 Ağustos 1961'de ise ilk kez silah gücüyle, 24 yaşındaki Günter Litfin'in Spree nehri üzerinden kaçışı ölümcül olarak engellendi. Sınır nöbetçilerin mermileriyle yaşamını yitiren son kişi ise, duvarın yıkılmasından 9 ay kadar önce 6 Şubat 1989'te kaçmaya çalışan Chris Gueffroy oldu. Berlin duvarını aşmak isterken can verenlerin sayısı hala kesin olarak bilinmemekle birlikte, en az 86 en fazla ise 238 olduğu tahmin edilmektedir. Duvar boyunca, burada yaşamını yitirenleri anımsatan pek çok küçük anıta rastlamak mümkündür.

Neden Yıkıldı [değiştir]

Checkpoint Charliedenyürüyerek Batı Berlin'e geçen Doğu Almanya vatandaşları (10 Kasım 1989)
9 Kasım 1989 tarihindeDoğu Almanya ile Batı Almanya arasındaki sınırlar açıldıktan sonra Berlin Duvarı'nın üzerindehokkabazlık yapan jonglör (16 Kasım 1989)
Trabant ile Checkpoint Charlieyi geçerek Batı Berlin'e giren Doğu Almanyalı bir çift ve onları alkışlayarak karşılayan Batı Almanyalıçocuklar (14 Kasım 1989)
1989 yılı başlarında Alman Demokratik Cumhuriyeti Hükümeti, isteyen Doğu Almanya vatandaşlarının Sovyetler Birliği dahilindeki diğer Doğu Bloğu ülkelerine geçiş yapabilmesine izin verdi. Bu iznin çıkmasıyla beraber binlerce Doğu Alman vatandaşı PolonyaÇekoslavakya,MacaristanYugoslavya gibi ülkelerin başkentlerine akın etti ve buralarda bulunan Amerikan, İngiliz, Fransız büyükelçiliklerine sığındı. Daha sonra da bu sığınmacılar özel trenlerle Doğu Bloğu dışındaki ülkelere kaçmaya başladılar. Kaçışın bu kadar yoğun olduğu bir durumda Dogu Almanya Hükümeti duruma bir çözüm bulmak için toplandı. Burada yaşayan insanlar artık bu şekilde zaten Doğu Almanya'dan çıkabildiklerine göre duvarın bir anlamı kalmamıştı.
Doğu Alman hükümeti, duvarın kaldırılmasına onay vermişti. 9 Kasım 1989'da bu kararı halka açıklamak üzere bir basın toplantısı düzenlendi. Karar açıklandığı andan itibaren duvarın iki tarafında yüz binlerce insan birikmeye başladı. Gece yarısına doğru hükümet ilk olarak Brandenburg Kapısı'ndan başlayarak barikatları ve geçiş önlemlerini kaldırdı. Her iki Almanya tarafından yaklaşan insanlar duvarın üzerinde buluştular. İnsan seli bir saat içinde yüz binlere ulaştı. Duvarın yıkımına resmi olarak 13 Haziran 1990'da, daha önce de burada adı geçen Bernauer Straße'de 300 Doğu Alman sınır askeri tarafından başlandı. Alman Demokratik Cumhuriyeti de duvarın yıkımından sonra çok fazla dayanamamış, 13 Ekim 1990´da resmen sona ermiştir. Duvarın şehrin içinden geçen kısmı aynı yılın Kasım ayına kadar neredeyse tamamen ortadan kaldırıldı. Nitekim Berlinliler onlarca yıl bölünmüşlüğün yara izlerini bir an önce bertaraf etmek istiyordu.
Duvar yıkıldıktan bir süre sonra yapılan ankette halkın duvar yıkılmadan önce daha memnun olduğu görülmüştür. Bunun başlıca sebeplerinden birisi, Doğu tarafında insanların eğitim, sağlık gibi hizmetleri parasız alıyor olması ve sosyalizmin eşit koşullar sağlıyor olmasıydı. Duvarın yıkılmasıyla beraber bu tarz hizmetlerin eksikliği duyulmaya başlandı, Batı Almanya'nın kapitalist sisteminin her kapitalist ülkede olduu gibi adaletsiz ve bir avuç sermayedara hizmet ettiği adaletsiz bir sistem kuruldu. Batı tarafındakiler ise Doğu'nun yapılandırılmasına yönelik ek vergilerden rahatsızlık duymaktaydılar. İki Almanya'nın birleşmesinden sonra Batı Almanya'dan ve uluslararası sermaye çevrelerinden Doğu'ya sermaye akışı gerçekleşti. Emeğin daha ucuz olduğu bu bölgelerde ücretler hala Almanya'nın batı bölgelerine göre daha düşük seyretmektedir. Halen, Almanya'nın en yüksek işsizlik oranları Doğu şehirlerindedir. Sosyalizm döneminde işsizlik gibi bir soruna sahip olmayan Doğu Almanya vatandaşları, duvarın yıkılmasıyla birlikte kapitalist ekonominin adaletsizliği ile aç,işiz,güvencesiz kaldı.

Duvarın fiziksel kalıntıları [değiştir]

Alman askerlerince Berlin Duvarı yıkılırken (1990)
Londra'daki Savaş Müzesi'nin bahçesinde Berlin Duvarı'ndan bir parça
Anı olarak satışa sunulan, şilt haline getirilmiş Berlin Duvarı'ndan bir parça
Günümüzde duvar, sosyal açıdan yer yer kendini farkettiriyor olsa da, fiziksel olarak hemen hemen hiç algılanmamaktadır. Bir zamanlar duvarın şehrin tam ortasından geçtiği yerler, bugün yeniden imara açılmış, yerini bina, meydan ve sokaklara bırakmıştır, diğer yerler genelde yeniden kullanıma girmiş yol ya da yeşillendirilmiş park alanıdır. Duvarın kimi kesimleri anıtsal amaçlı olarak yerinde bırakılmıştır:
  • Bernauer Straße/Ackerstraße
  • Bernauer Straße/Gartenstraße
  • Bösebrücke, Bornholmer Straße
  • Checkpoint Charlie sınır geçiş kapısı, buradaki ABD sektörüne ait kontrol kulübesi orijinal değildir, orijinali Müttefikler Müzesinde'dir.
  • Friedrichstraße/Zimmerstraße
  • Schützenstraße
  • East Side Gallery, Ostbahnhof ve Warschauer Platz arasında Spree ırmağı kıyısınca uzanır.
  • Invalidenfriedhof, Scharnhorststraße 25
  • Mauerpark, Eberswalder Straße/Schwedter Straße
  • Niederkirchner Straße/Wilhelmstraße
  • Parlament der Bäume, Konrad-Adenauer-Straße, buradaki duvar kalıntıları Berlin'in farklı kesimlerinden getirilmiştir. Sadece buradan geçen yol, gerçekten de iç ve dış duvarın arasında yer alıyordu.
  • Potsdamer Platz
  • Leipziger Platz (kuzey yarısında)
  • Stresemannstraße
  • Erna-Berger-Straße
  • Schwartzkopffstraße/Pflugstraße, evlerin arka bahçesinde.
  • St.-Hedwigs-Friedhof / Liesenstraße
Yukarıda adı geçen kalıntılardan bir kısmı önümüzdeki dönemde de yerlerinden sökülmeye devam edecektir. İç ve ama genelde daha çok dış duvarın geçtiği yerler, genel olarak asfalt ya da çimenler üzerinde özel taşlarla, ara ara da yere "Berliner Mauer 1961-1989" yazısı işlenmiş bronzdan levhalarla işaretlidir. Özel olarak dikilen tabelalar da, duvara ilişkin bilgiler içerir. Eski duvar hattı boyunca yeralan çok sayıda müzede duvar hakkında önemli belge, fotoğraf ve benzeri kaynaklar yer alır. Sokak köşelerindeki rastlanabilecek gri-beyaz "Mauerweg" levhaları da bir zamanlar buradan duvarın geçtiğine işaret eder.
43 kilometrelik duvarın kimi blok parçaları Brandenburg eyaletinde bir depodadır, ancak duvar kalıntılarının bir kısmı başta ABD olmak üzere çeşitli ülkelere satılmıştır ve o ülkelerde birbirinden farklı amaçlı mekanlarda sergilenmektedir.
Las Vegas'ta Main Street Station otelinin erkekler tuvaletinde, Brüksel'de Avrupa Parlamentosu binasının önünde, Montréal'de Dünya Ticaret Merkezi'nde, New York'ta 53. caddede, Vatikan bahçesinde, Strazburg'da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi binasının önünde duvarın parçalarına rastlanabilir. 24 Mayıs 2009'dan bu yana Berlin'deki Axel Springer Verlag adlı yayınevinin merkez binası önünde 'Balanceakt' adlı bir anıt yeralır. Duvarın yıkılışını simgeleyen bu anıt aynı zamanda duvarın bazı kalıntılarını da kapsar.
Ayrıca duvar parçaları anı olarak şilt haline getirilerek satışa sunulmuştur. Bunun dışında, zamanında duvar boyunca yer alan 302 gözetleme kulesinden sadece beşi yine anıtsal amaçlı olarak ayakta durmaktadır:
  • Treptow ile Kreuzberg ilçeleri arasında, günümüzde park haline getirilmiş sınır bölgesinde, Puschkinallee'nin bitiminde.
  • Kieler Straße'de Federal Askeri Hastane'nin ziyaretçi otoparkı ile kanal arasındaki ara bölgede. Günter Litfin'e ithaf edilmişdir.
  • Potsdamer Platz'ın hemen yakınında Erna-Berger-Straße'de. Trafiği engellediği için asıl yerinden bir kaç metre kaydırılmıştır.
  • Henningsdorf ilçesinde, Havel'in kuzey uzantısı Nieder Neuendorf gölünün doğu kıyısında. Burada iki Almanya arasındaki sınır tesislerini konu alan sürekli bir sergi vardır.
  • Berlin'in kuzeyindeki banliyölerinden Hohen Neuendorf'ta şehir sınırında, yeniden yeşillendirilen ve Alman çevreci gençler kulübüne ait park alanında.

İlgili Filmler [değiştir]

  • 'Der Himmel Über Berlin' (Berlin Üzerinde Gökyüzü), (1987)
  • 'Der Tunnel' (Tünel), (2001)
  • 'Good Bye Lenin!' (Hoşçakal Lenin), (2003)
  • 'Das Leben der Anderen' (Ötekilerin Yaşamı), (2006)
  • 'Die Frau vom Checkpoint Charlie' (Checkpoint Charlie'deki Kadın), (2007)
  • 'Das Wunder von' (Berlin Mucizesi), (2008)
Ayrıca 1985 yapımı Gotcha! (ABD), 1988 yapımı Polizei (Türkiye/B.Almanya) ve 2009 yapımı Hilde (Almanya) filmlerinde Berlin Duvarı'ndan özgün görüntüler yeralır.

ALINTI:wikipedia.org