Birbirlerine çok yakın aile bireyleri arasında dahi sevgi, kardeşlik,
dayanışma, fedakarlık ve sadakat duyguları gibi manevi duygular köreldiğinde,
artık o milletin varlığını devam ettirebilmesi çok zor olur. Çünkü bu
dejenerasyon yalnızca aile ortamlarında yaşanmakla kalmaz, toplumun tüm
kesimlerine yayılır. Okullarda, arkadaş toplantılarında sevgi ve saygı yerine,
haset, ikiyüzlülük, alay, dedikodu gibi kötü tavırlar ortaya çıkar.
İşyerlerinde de tüm sistem çıkar ilişkileri üzerine kurulu olur. Kimse kimsenin
hakkını korumaz, adalet aranmaz, mazlumlara karşı şefkat ve merhamet duyulmaz.
Kısacası böyle bir milletin bireylerinin birarada huzur ve barış içinde
yaşamaları imkansız hale gelir.
Amerikalı yazar Desmond MORRIS şöyle diyor: "Ne yazıktır, hemen
hemen hiç dikkatimizi çekmiyor ama bizler birbirimize giderek daha az dokunuyor
ve sürekli aramıza mesafe koyuyoruz. Böylece fiziksel temas yokluğu
insanlarımız arasına duygusal uzaklığı sokuyor. Çağdaş kent yaşamı sanki
insanlara duygusal bir zırh giydirmiş, kadife yumuşaklığındaki ellerine de
demir eldiven taktırmıştır. Böylece kendimizi tuzağa düşmüş ve en yakınlarımıza
karşı yabancılaşmış gibi duyumsuyoruz."
“Modern” olmak adına birçok insan ruhunu, mutluluğunun anlamını ve aile
yaşamını hesaba katmadan yalnızca konforunu arttırıcı şeylere ulaşmayı amaçlamıştır.
Teknoloji zafer kazandıkça, iletişim araçları çoğaldıkça insan anlam
kaybına mı uğradı acaba ? Eşyaya bağlandı, banka hesaplarına, borsaya, dev
şirketlerdeki pozisyonlara, mevkilere..
İnsanlık, imtihan araçlarından biri olan eşyaya, hiç bu kadar bağlanmış
mıydı ? Mesela, internet, cep telefonları, bilgisayarlar, televizyonlar insanı
aileden koparıp yalnızlaştırmadı mı? Burada terslik insanın eşyaya sahip olup
onu kullanmasında değil, eşyayla kurduğu ilişkinin niteliğidir.
Oysa ilerleme, en yeni teknolojiye sahip olma her zaman iyidir,
geliştiricidir, ufuk açıcıdır – ama ölçüsünde olup doğru kullanıldığı zaman!
Bu terslik, olması gerekenin tam tersi bir sonuç doğurarak, eşyayı
insanın sahibi ve efendisi, insanı da eşyanın kölesi kıldı. Sonunda eşya özne,
insan nesne durumuna düştü...
Her geçen gün daha fazla parçalanıyoruz ve aile bağlarımız zayıflıyor.
Batıdan ithal edilen modern hayat tarzıyla fedakârlık, yardımseverlik, dostluk
ve sevgi üzerine inşa edilen sıcacık yuvalar yerine, bireysel özgürlük ve
bireysel yaşam tarzlarının yaygınlaştığı bir çağda yaşıyoruz. Aile ortamlarında
paylaşılan muhabbetlerin, anıların, sevinçlerin ve hüzünlerin geçmişlerde
kaldığı, her şeyin karmaşaya dönüştüğü, aile kavramının işlevini yitirdiği bir çağda
yaşamanın verdiği sıkıntılar, elbette insan hayatında tedavisi mümkün olmayan
yaralar açmakta, modern hayatın ilk anda fark edilemese bile, kısa süre sonra
farkına varılan çeşitli hastalıklara sebep olmaktadır.
Peki hangisi modernliktir? Tüketim kültürüne teslim olup yalnızlaşmak
mı, yoksa hem teknolojinin ve gelişmenin tüm imkanlarını kullanıp aileyle daha
güzel paylaşımlarda bulunabilmek mi ?
Geleneksel aile yapımızın değişmesinde modernleşme çabalarının,
insanları kalabalıklar içerisinde yalnızlaştırma senaryolarının büyük payı
olduğu söylenebilir. Gelenekle modernlik arasında sıkışmış insanımız ne
geleneğin yanlışlarını düzeltebilmeyi ihtiyaç olarak gördü, ne de Batı
dünyasından ithal ederek güzel gördüğü bireyci yaşam biçimine uyum
sağlayabildi. Arafta kalmış bir aile yapısı, sadece çocukların aileyle ilgili
bağlarını değil, anne-baba ilişkisini de bozmuyor mu ?
Geçtiğimiz günlerde İngiliz Anglikan Kilisesi'nin ileri gelenleri
arasında bulunan 5 piskopos, hükümeti, ailenin daha çok parçalanmasına, halkın
daha çok borca batmasına ve zenginle fakir arasındaki uçurumun derinleşmesine
yol açan politikalarını gözden geçirmeye çağırmıştı. Sunday Telegraph
gazetesine makale yazan piskoposlar, hükümetin politikalarının ahlaki açıdan
sorgulanmaya muhtaç olduğunu belirtirken, “halkın her geçen gün daha sağlıksız
bir borç yapısı içine girmesinin, ailelerin parçalanmasına yol açtığını”
kaydetmişlerdi.
Hürmet kavramından uzaklaşan Batı, çocukları tarafından terk edilerek
huzurevlerinde zorunlu ikamete maruz bırakılan anne ve babalar için eğer
varlıklılarsa, haftanın belli gün ve saatlerinde kendileriyle sohbet edecek
paralı göstermelik insanlar tutuyor. Amaçsa ortada; belli bir süre içine
düştükleri yalnızlık psikolojisinden biraz olsun kurtulmak. Bizde de son
zamanlarda buna benzer manzaraların meydana gelmeye başlamış olması, Türk ve
İslam kültür ve geleneklerimizden ve değerlerimizden çok çok uzaktır.
Hadis-i Şerif: “Sizin hayırlı olanınız aile efradına hayırlı
olanınızdır..”
Aile bağlarını güçlendirerek müthiş bir toplumsal güç meydana
getirebilecek, toplumu en küçük halinden; çekirdekten başlayarak ıslah edecek;
inşa edecek, insanın insana hürmetini, sevgi ve saygı bağlarını güçlendirerek
insanı insan yapan değerlerimize sahip çıkmak bizim elimizdedir.
Sırtımızı döndüğümüz, küçümsediğimiz, uzaklaştığımız medeniyetimizde,
bir madalyon gibi boynumuzda taşımamız gereken değerlerimizle yeniden tanışarak,
özümüze dönerek aile içi muhabbetimizi, aile bağlarımızı yeniden sorgulamamız
gerekiyor.
Ey iman edenler! Kendinizi ve yakınlarınızı
ateşten koruyun ki onun yakıtı insanlar ve taşlardır; üzerinde oldukça sert,
güçlü melekler vardır. Allah kendilerine neyi emretmişse ona isyan etmezler ve
emredildiklerini yerine getirirler.” (Tahrim Suresi,6)


0 yorum:
Yorum Gönder